Cinsiyet Eşitliği direktörü olarak 16 yıl görev yaptığı UNESCO’dan ayrılan Saniye Gülser Corat,
No Bias AI? adlı düşünce kuruluşunu hayata geçirdi
Global Turks par Excellence Ödülü’nün bu yılki sahibi Saniye Gülser Corat… Kamboçya’da Kızıl Khmerler tarafından fidye için kaçırılmamak için aylarca yerel kıyafetler giydi… Endonezya’da bir bakanlık toplantısındayken yanlarındaki bina Suharto rejimini devirmek isteyenlerce ateşe verildi. Bangladeş’te bulunduğu konvoy durduruldu, konvoydaki tek kadın olarak silahlı kişilerce tehditedildi. 61 ülkede, tarım, su, sosyal gelişme ve kapasite geliştirimi, kadın hakları gibi konuları içeren projeler yönetti ve denetledi. Afrika ve fakir Asya ülkelerinde tanık olduğu yoksulluk seviyesi ruhen ve bedenen onu çok yorsa da bırakmadı. ‘Ben değilsem kim!’ dedi. Saniye Gülser Corat tüm bu deneyimlerin ardından tam 16 yıl UNESCO Cinsiyet Eşitliği Direktörü olarak görev yaptı. Cinsiyet eşitliğini UNESCO’nun iki küresel önceliğinden biri haline getirmede çok etkili oldu ve o dönemde katılan 195 üye devletin tamamını fikir birliği içinde oy kullanmaya ikna etti. 2020
yılında UNESCO’daki görevinden ayrılan Corat, cinsiyet eşitsizliğiyle olan savaşını bu kez bütün dünyadaki kadınları olumsuz etkileyecek bir başka alana taşıdı. NO BIAS AI? adında bir düşünce kuruluşunu hayata geçiren Corat, yapay zeka alanındaki cinsiyet eşitsizliğinin yol açacağı çok ciddi sorunlara karşı ivedilikle harekete geçilmesi gerektiğini söylüyor.
İnanılmaz ilham veren bir hikayeniz var. Sondan başlayalım mı? Son dönemlerde bütün enerjinizi kendi projeniz olan NO BIAS AI? adlı düşünce kuruluşuna veriyorsunuz. Konunun sizi harekete geçmeye iten yönleri neler?
NO BIAS AI? gerçekten de en çok odaklandığım ve hayata geçip ilerlemesini en çok arzuladığım proje. Normal şartlarda ben çok iddialı konuşmam fakat bu konuda mütevazi olmak bence gelişen olayları durdurmaya yetmiyor. Özellikle cinsiyet konusunda taraflılığın önlenmesi mümkün değil. Benim tezim bu. Cinsiyet konusunu iyi bilen, sorunları anlayabilen kişilere bu tezimi söylediğim zaman ‘Biz bunu niye hiç düşünmemiştik!’ diyorlar. ‘Önlenmesi mümkün değil’ dediğiniz kısım nedir? Algoritma yazan ekiplerin erkeklerden oluşması mı yoksa anlayış olarak mı? Algoritmaların yazılmasında erkeklerin yer alması önemli bir faktör. Onların baskın olması algoritmaların ‘biased’ (taraflı) olmasına yol açıyor. Fakat en önemli sebep şu; machine learning’in (makine öğrenmesi) çalışma şekli çok büyük miktarlarda veri setlerinin algoritmalar çerçevesinde işlenmesi. Şu anda dünyada cinsiyet açısından taraflı olmayan veri seti yok çünkü şu anda dünyada cinsiyet eşitliğini sağlamış bir toplum yok. En basit örneği Wikipedia. İnternette en çok kullanılan kaynaklardan biri veri seti olarak. Şu anda 2024 yılında Wikipedia’da kadınlara ayrılmış sayfa sayısı yüzde 17. Bu kadar düşük oranda bir temsil varsa kadınlarla ilgili hangi veri setini, nasıl düzelteceksiniz? Diyorlar ki ‘Curated data’ (seçilmiş veriler) kullanırız vs… Bunu yaptığınız zaman da toplumun içindeki gerçek olan cinsiyet dinamiklerini kendiniz zaten bozuyorsunuz. O zaman gene bozuk sonuç çıkıyor. Yani yapay zekada veri seti kullanan hiçbir paradigma Bias free olamaz. Benim tezim ve düşünce kuruluşumuzun öne sürdüğü ve değiştirmeye çalıştığı konu bu. Irksal temsil, etnisite, yaş, coğrafi konum bunlar biraz daha çözülebiliyor ancak şu andaki dünyanın durumu dolayısıyla cinsiyet konusundaki eşitsizliği düzeltmeniz mümkün değil. Makine öğrenmesi ile yapılan -ki şu andaki hakim paradigma bu- hiçbir çalışma, hiçbir ürün cinsiyet önyargısını tamamen ortadan kaldırmaya müsait değil. O yüzden benim çalışmamın bir bölümü de ‘Bir sonraki paradigma ne olmalı?’ üzerine.
Platformda kimlerle yol almak istiyorsunuz? Teknoloji şirketleri bu projenin neresinde?
Değişik kurumlarla anlaşmalar yapıyoruz ancak çalışma için gereken önemli miktarda fonu teknoloji şirketlerinden temin edip onların düşünceleri doğrultusunda bir yol izlemek istemiyorum. Fakat platformda
teknoloji şirketlerinin temsil edilmesi çok çok önemli. ‘AI nasıl kontrol edilir, hükümetler ne yapabilir veya hükümetler üstü bir yapı ne yapabilir’ diye çok konuşuluyor. Ancak teknoloji şirketleri öyle bir yerdeki şu anda ABD, Çin, AB ülkeleri dahil hiçbir hükümetin gerçek bir gücü yok onları üstünde. Onlara ‘Bunu böyle yapmayacaksınız!’ demek de mümkün değil. O yüzden benim amacım onların zaten kendi kendilerine geliştirdikleri regülasyonları ve kontrol mekanizmalarını kullanarak problemleri önleyecek bir yere ulaşmak. Bu alanda çalışan çok insan var. Birisi Meta’nın Vice President ve Chief Technology Officer’ı olan Fransız asıllı Yann LeCun. Benimle benzer şeyler söylüyor, fakat bir sonraki paradigmanın ne olacağını açıklayamıyor. Belki kendi de çok emin değil. Bu konuda benim bir hipotezim var. Onun için bir platform etrafında benzer düşünen insanları bir araya toplayıp bunu bir an önce tartışmaya başlamamız gerekir diye düşünüyorum
Yapay zekâ tartışmalarında sizi rahatsız eden başka konular da var mı?
Hükümetlerin temsil edilmesi önemli bir sorun. AI üzerine konuşmalar birkaç ülke arasında geçiyor. ABD, Çin, AB ülkeleri bir bütün olarak kuvvet göstermeye çalışıyor, belki Kanada, Hindistan ve Güney Afrika ülke olarak varlar ama onun dışında neredeyse hiçbir ülkenin, hiçbir hükümetin çok ciddiye alınan politikaları yok. Halbuki bütün insanlığın katılması gereken bir tartışma. Benim UNESCO, Birleşmiş Milletler geçmişim burada işin içine giriyor. Kuzey ve güney dünyada ekonomik olarak ayrılıyor ve her ikisinin de eşit temsil edilmesi gerekir diye düşünüyorum. Benim platformum biraz moralistik ama son derece gerçekçi bir çerçeve kurmayı hedefliyor.
“Yapay zekada cinsiyet eşitsizliğinde olumlu ve köklü̈ bir ilerleme olacaksa bunu yapabilecek tek kuruluşun benim think tank’im olduğunu düşünüyorum.
‘BRO CULTURE’I AŞMAK ZORUNDAYIZ
Son dönemlerde yapay zekâ tartışmaları teknolojik gelişmelerin olumsuz yönlerine vurgu yapma üzerinden ilerliyor… Ben genel olarak teknolojinin önemli ve pozitif olduğunu düşünüyorum. Yani teknolojiye karşı olma gibi bir tutumum yok kesinlikle. Kariyerimin çok başında UNESCO’dan önce, kalkınma üzerine danışmanlık yaptığım dönemlerin başlarında da teknolojiyle çok ilgileniyordum. Çünkü o zaman da ‘appropriate technology’ (uygun teknoloji) diye bir konsept vardı ve az gelişmiş ülkelere en ileri teknoloji değil de onların şartlarına uygun teknoloji verilmeli diye az gelişmiş ülkelerin çok kızdığı ve itiraz ettiği bir tartışma vardı. Çok aktif katıldım o tartışmalara. Teknolojinin eğer bilinçli olarak yaklaşılırsa daha fazla insanın ve daha fazla
grubun faydasına geliştirilebileceğine inanıyorum. O yapılamıyor şu anda. Çünkü bu alanda karar verenler çok küçük bir grup. Algoritmaları yazan ekipler, eğer AI’dan bahsediyorsak, yüzde 90 genç erkek, 20-35 yaş arası aynı yerlerde eğitilmiş birbirine çok yakın ve taraflı dünya görüşleri olan bir grup. Şimdi biraz Çinli, biraz Hintli var. Onlar da aynı okullardan geliyor. Teknoloji şirketlerindeki bu ‘bro culture ‘dedikleri olay kadınların son derece aleyhine çalışan bir kültür. Temsiliyeti elbette değiştirebilirsiniz. Ama bu biraz zaman alacak. Çünkü şu anda teknik alanlarda üniversite seviyesinde öğrenim gören kadın sayısı da düşüyor. O da ilginç bir şey.
Mesela Amerika’da 1985’te bilgisayar mühendisliğinde yüzde 35 kadın varken 2015’te bu yüzde 17 seviyesine düştü.
Bu düşüş nasıl açıklanabilir?
Sadece ABD’de değil Avrupa ülkelerinde de bilgisayar mühendisliği, teknoloji alanlarında eğitim alan kadın sayısı son derece düşük. Kadınlarla ilgili çalışmalarda benim gördüğüm hiçbir zaman olayın derinine inilmiyor. Yani bu neden oluyor, hangi toplumsal kökleri var? Bu soruların cevabını aramadan yüzeydeki sorunları gidermek için bazı projeler başlatılıyor -ki bunların bir kısmı da kadın kurululuşları tarafından uygulanıyor- ‘Biz kadınlara coding öğretelim’ diyorlar. Bu tabii karar ve para veren insanların da işine geliyor. Diyorlar ki ‘Verelim bunlara biraz para gitsinler, kadınlara coding öğretsinler. Biz de vicdanımız rahat işimizi yapmaya devam edelim erkekler arasında.’
KADINLAR SAĞLIKTA BİLE YOK SAYILIYOR
Kadınlar karar alma mekanizmalarında olamıyorlar cam tavan yüzünden… Teknolojide beton tavan… Teknoloji şirketlerinde üst seviyede kadınların oranı yüzde onun altında. Yönetim kurullarının bir kısmında tek bir kadın yok. Bu en son Open AI tartışmalarında duymuşsunuzdur, yönetim kurulu değiştirildiği zaman bütün kadınları erkeklerle değiştirdiler yani karar alma ve kural koyma seviyesinde kadın yok. Bir de cinsiyet eşitsizliği nedir bilen kadınların orada olması önemli. Her kadının doğuştan bununla ilgili genetik bilgi dağarcığı yok elbette. O yüzden yapay zekada cinsiyet eşitsizliğinde olumlu ve köklü bir ilerleme olacaksa buna anlamlı katkıda bulunabilecek nadir kuruluşlardan birinin benim think tank’im olduğunu düşünüyorum. Tevazu burada kayboluyor. Çünkü bu konuyu ben ve benim ekibim kadar derin, çok boyutlu incelemiş pek bir yapı yok şu anda. Burada toplamda 200-250 senelik tecrübeden bahsediyoruz. Ben bu konuya üniversitede araştırma yaparak başladım. Ondan sonra development consulting olarak kırsalda yani sahada çalışarak devam ettim. Sonra UNESCO’ya politika oluşturma seviyesinde çalıştım. Teknolojide şu ana kadar AI konusunda yazılmış bilimsel iki raporu benim ekibim yazdı ve hala bugüne kadar bizden referans vermeyen veya bizim bulgularımızı kullanmayan akademik çalışma yok bu konuda. Teknoloji zararlı değil, tersine cinsiyet eşitliğine çok faydası olacak bir alan. Fakat şunu unutmamız lazım. Teknoloji bize gökten gelmiyor, insanlar yaratıyor. O yüzden teknoloji toplumda ne çarpıklık ne doğruluk varsa onların direkt yansıması. Bunun çok basit örnekleri var mesela. Dünyanın özellikle gelişmiş ülkelerinde otomobil satın alanların büyük bir yüzdesi kadın veya hangi otomobilin satın alınacağına kadınlar karar veriyor. Yıllar boyunca otomobillerde birçok değişiklik yapıldı, kahve kabı, yemek kabı tutacak yerler, bozuk para gözleri... Otomobillerde bir tek kadın çantası koyacak yer yok. 2024 yılında bunu yapmak, düşünmek, tasarlamak o kadar zor bir şey mi? Kadınların pek çok hayati alanda yok sayıldığı bir gerçek…Bir başka örnek de tıp alanından vereyim. Bugün bile ilk kalp krizinde ölen kadın oranı erkek oranından çok daha yüksek. Onun da sebebi kalp krizi semptomları
araştırılırken kullanılan modelleme ve kullanılan data setleri erkeklere göre oluşturulmuş. Kadınların kalp krizi öncesi semptomları erkeklerden farklı. Kadınlar ‘Acaba kalp krizi mi geçiriyorum?’ diye hastaneye gittikleri zaman eve yollanan kadın oranı eve yollanan erkek oranından neredeyse yüzde 50 daha fazla. 2024 yılında bile panik ataklı veya histerik kadın algısı devam ediyor ve bu konular konuşulmuyor. Demans ve Alzheimer’dan kadınlar yüzde 50 oranında daha fazla etkileniyorlar. Niye bunun araştırması yapılmıyor? Kanser çarelerine bakın. Hangi kanserler çözümlenmiş durumda, hangileri çözümlenmemiş durumda? Hala çare bulamadıkları kadınlarla ilgili kanserler göğüs, yumurtalık… Prostat kanseri neredeyse artık kimseyi öldürmüyor veya erkeklerin cinsel etkinliğini arttırmak için ne kadar araştırmalar yapılıyor, ne ilaçlar geliştiriliyor. Ama menstürasyonla ilgili çalışmalar yok denecek kadar az.
Şu anda teknik alanlarda üniversite seviyesinde öğrenim gören kadın sayısı düşüyor
‘HAYAT BİR UNUT, BİR ÜMİT’
Kadınlar açısından dünya daha kötüye mi gidiyor?
Kurumsal seviyede bütün belirtiler kötüye gidiyor. Dünyanın değişik ülkelerinde -ki buna cinsiyet eşitliği konusunda çok ilerlemiş olduğunu düşündüğümüz ülkeler de dahil- bu tartışmaların yapılması için sağlanan platformlarla ilgili gerileme var. Mesela UN artık hiç bu konuda bir şey yapıyor gibi algılanmıyor. UN Women çok etkisiz bir hale geldi. Şu anda dünyada ‘Cinsiyet eşitliği konusunda konuşuyor ve konuştuğu zaman gerçekten dinleniyor’ dediğimiz hiçbir resmi kişilik kalmadı. World Economic Forum’un bir cinsiyet indeksi raporu var, insanlar onu takip ediyorlar. O da siyasi katılım, eğitim gibi birkaç kritere bakıyor. Çok kötü bir yere gidiyoruz. Kazanılan haklar elden alınıyor. Düşünün Amerika’da kadınlar kürtaj yaptıramadıkları için ölüyorlar. ‘Aldık ve kesinlikle kaybetmeyiz’ diye düşündüğümüz haklar, hürriyetler alınıyor elimizden. Ve buna karşı çıkan toplu bir güç yok.
Ümitsiz misiniz?
Hani insan iyiyi gördükten sonra tekrar kötüye dönerse, daha önceki kötüyü kabullenme seviyesi yani toleransı azalır. Ben o yüzden gençlerle ilgili ümitliyim. Bilinçli anne-babalar tarafından büyütülmüş kişiler ‘Toplum böyle!’ diye bizim kabul ettiğimiz şeyleri pek kabul etmeye yatkın görünmüyorlar. O yüzden belki büyük bir hareket olmadan da alternatif yollar bularak gençler bunu durdurabilir ve daha iyi anlamda ileri götürebilir diye ümit ediyorum. Babamın hep söylediği bir şey vardı. ‘Hayat bir unut, bir ümit’ derdi. Ümit etmeden de yaşayamıyor insan. O yüzden ben gençlerle iyiye gidecek diye ümit etmek istiyorum. Çünkü öbür türlüsü çok tehlikeli ve korkutucu.
Kadınların mutluluğu
lüks araba ile ölçülür mü?
Küçük yaşımdan beri arabalara meraklı olduğumu söyleyebilirim ve en çok beğendiğim markalardan biri Range Rover’dı. Bugüne kadar bir Range Rover’ım olmadı. Fakat Range Rover’la şöyle havalı bir gezintiyi bir kefeye koyun, diğerine de Bangladeş’te, okuma yazması olmayan bir kadının tarlasına su geldiği zaman gözlerinde g.rdüğüm ışıltıyı, Mali’de kızını, projesini benim gerçekleştirdiğim okula g.türen annenin sessiz gururunu, Senegal’de cep telefonu projesine yazılıp, SMS atabilmek için benim başını çektiğim okuma yazma
kursuna giren kadının şehirde çalışan kocasına yazdığı ilk mesajın sevincini, Kamboçya’da Khmer Rouge sonrası tamamen yok olan el sanatlarını geri getirmek için bir araya getirdiğim kurstan mezun olan kadınların sertifikalarındaki gizli yaşam ümidini koyun, benim terazimde Range Rover yok oluverir.
Cesaretiniz ve tarihi çalışmalarınızla dünyada kadın hareketinin unutulmaz isimleri arasına girdiniz. Bu kadar çok şey yaşayıp gördükten, bu kadar geniş perspektiften kadın sorunlarına baktıktan sonra ‘Bununla baş edemem, yeter!’ deme noktasına geldiniz mi hiç?
O noktaya geldiğim oldu. Mesela fiziksel olarak çok hastalandım Kanada’daki çalışma sürecimde. Çünkü öyle yerlere gidiyordum ki benim elimdeki çantada o köyde oturan bütün insanların belki 10 yıl boyunca toplam olarak elde edemeyecekleri kadar para var. Yani böyle şeyler de yaşadım. Mesela Bangladeş, Mali, Gana’da inanılmaz koşullarda yaşayanları gördüm. Gana’nın kuzeyinde çalıştım bir süre. Ganallıların bile gidemediği aşırı uç Müslümanlığı yaymaya çalışan grupların etkisinde çok tehlikeli yerlerde çalıştım. Yanılmıyorsam 1997 yılında Endonezya’da başka bir proje çerçevesinde çalışıyordum. Ben bir toplantı için bir bakanlıkta otururken Suharto rejimini devirmeye çalışanlar yanımızdaki bakanlık binasını ateşe verdiler. Binadan çıkmamız mümkün değil, onu bırakın Endonezya’dan üç gün çıkamadım. Özellikle yabancılara çok saldırıyorlardı. Kamboçya’da da benzer şeyler yaşadım. Sekiz ay kaldım orada bir projeye için. O sırada Pol Pot Kızıl Kmerler hala aktifti. Hiçbir yere Kamboçyalı kadın kıyafeti giymeden gidemiyordum. Etrafımda güvenlik olmasına rağmen kaçırılma tehdidiyle kaç kere kaldığım yeri değiştirdik. Bangladeş’te içinde olduğum üç arabalı konvoyu durdurdular kırsal bölgede ve bırakmıyorlar. Yani durma noktasına çok geldim fakat hep şunu düşündüm. ‘Ben bunu burada bırakırsam benim bunu benden sonra alacak olan benim kadar çok boyutlu yapmaz. Ben bunu yine bitireyim’ diye hep devam ettim Hani İngilizcede ‘If not me who, if not now
when?’ derler ya her seferinde onu düşündüm. Bir şekilde devam etme gücünü kendimde buldum.
Birbirimizi desteklemekte eksiğiz
Global Turks Ödülü’nü ilk alan kişi oldunuz. Global Turks projesinin sonuçları, Türkiye’den ayrılıp dünyanın farklı yerlerinde önemli görevlerde bulunan pek çok kişinin aslında kendi toplumundan destek görmediğini ortaya koyuyor. Sizin deneyiminiz ne yönde?
Birleşmiş Milletler sisteminde birbirlerini inanılmaz destekleyen, kenetlenmiş ve her alanda ‘Bizden olsun da çamurdan olsun’ diyen gruplar var etnik veya ülke olarak…Ve bunların başarı oranı inanılmaz tabii. Mesela benim hep çok takdir ettiğim bir grup Hintlilerdir. Hani ‘Hintli olsun da ne olursa kim olursa olsun’ gibi bir şey… O yüzden Birleşmiş Milletler’in üst kademedeki atamalarına baktığınız zaman normalin çok üstünde bir sayıda Hintli temsil edildiğini görürsünüz. Türklerde yok bu maalesef. Biz aslında işte ‘birbirimize bağlıyız, güçlüyüz’
diyoruz da birbirimizi desteklemeye gelince çok fazla istekli ve gayretli değiliz. Ben kariyerimin değişik dönemlerinde etrafımdaki Türklerden pek destek almadım diyebilirim.
Saniye Gülser Corat, Boğaziçi Üniversitesi’nde işletme ve siyaset bilimi alanında lisans eğitimi aldı. Yüksek lisansını Belçika Brugge’de Avrupa Koleji’nde, doktorasını ise Kanada Ottawa’da Carleton Üniversite’sinde yaptı. Mezun olduktan sonra, Uluslararası Araştırma Gelişme Merkezi (IDRC) ve Kanada Uluslararası Gelişme Ajansı’nda (CIDA/ ACDI) eğitim, sosyal ve ekonomik kalkınma, kurumsal güçlendirme, toplumsal cinsiyet eşitliği, yerel yönetim, teknoloji transferi ve iklim değişikliği konularında danışmanlık yapan Corat, dünyanın çeşitli yerlerinde Dünya Bankası, UNDP gibi
kurumlarda insani gelişmişliği artırıcı projelerde çalıştı. Corat 20 yıl dünyanın en zor bölgelerinde yoksulluğu azaltmak, insan ve kadın haklarını öne çıkartmak için mücadele vermiş bir isim. Yaklaşık 15 yıl Kanada’daki uluslararası bir geliştirme danışmanlık şirketinde CEO olarak görev yapan Corat, özel sektör deneyimine de sahip. 2004’te UNESCO’da toplumsal cinsiyet eşitliği direktörlüğü pozisyonunda çalışmaya başlayan Corat, görevde bulunduğu 16 yıl boyunca cinsiyet eşitliğini UNESCO’nun iki küresel önceliğinden biri haline getirmede çok etkili oldu ve 195 üye devletin tamamını fikir birliği içinde oy kullanmaya ikna etti. 2020 Teknolojide Kadınlar Küresel Liderlik Ödülü’nü kazanan Corat, toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda dünyaya dokunmayı başardı
Not: Bu içeriğin orijinalini ve derginin tamamını https://lnkd.in/ePwkqJpz bağlantısından isim-soyisim bilgilerinizi linke girerek görüntüleyebilir ve çevrenizle paylaşabilirsiniz.
Comentários